Neden Farsça Öğrendim?

Ülkü Yüce
3 min readDec 3, 2020

--

Uzun yıllar boyunca ertelemiş ve hayata geçirme kararlılığını bir türlü elde edememiş olduğum Farsça öğrenme projemi 2015 yılında dil kursuna başlayarak gerçekleştirdim.

Derslere başlamadan önce Farsça’nın pratikteki faydasını -kendimce- sorgulayarak yine tereddüt içinde kalmıştım. Sonra, denemeden bilemezsin, dedim kendime ve başladım.

Beni Farsça öğrenmeye iten, tıpkı Fransızca öğrenirken olduğu gibi, dilin melodisidir.

Farsça maceram bana birçok güzelliğin kapısını açtı. Dilin müziği, dinlemesinin ve konuşmasının verdiği zevk, -ki buna benzer bir zevk beni Fransızca öğrenme itmiş, daha da ileri gidip Fransa’ya yerleşmeme vesile olmuştu- benzersiz.

Farsça öğrenmeye başlama kararımı almamda etkili olan bir başka olay da -talihsizlik (!) hikayesi diyelim- bugün anlatmaya değer:
2015 yılında Champs-Elysees’de Hafız-ı Şirazi’yi anlatan bir konferansa katıldım. Hafız’ın dilinde düzenlenen etkinlikte dağıtılan Fransızca’ya simültane çeviri kulaklığını çalıştıramayınca, veyahut o gün beni sinirlendirmeye ant içmiş o kulaklık çalışmak istemeyince ( bugün sorumluluğun kulaklıkta mı bende mi olduğunun bir önemi kalmadı elbette) konferansı tercümesiz, anlayamadan dinlemiştim. Bir süre sonra fark ettim ki buna rağmen dinlerken büyük bir keyif alıyorum! Anlamak, hele de konuşabilmek nasıl olurdu kim bilir!

Böylece Eylül 2015’te derslere başladım. Sonrası, dilin dünyasına, tarihine, İran sineması ve müziğine dair bir sürü keşfin kapısını açtı, açıyor. Paris’te, Odeon Sineması’nın her yaz düzenlediği İran Filmleri Festivali’yle birçok film ve yönetmeni tanıdım. Bu filmlerdeki üslubun sadeliği, az sözle çok şey anlatan hikayeleri onların en özel yanlarıdır. Günlük hayatın telaşında üstünde durmadığımız olay ve durumların, farkındalıklarla dolu bu üslupla anlatılması, bu kültüre olan ilgimi her filmle biraz daha arttırdı.

Yakın Plan gibi bir film ile sinema sevgisini ve maddi sıkıntılar içindeki bir adamın karnını doyurabilmek için filmlerinde kendi acılarının hikayesini izlediği yönetmenin yerine geçişinin gerçek öyküsünü izledim. Kertenkele ile, hapishane kaçağı dolandırıcı Rıza’nın, molla kılığında bir hapishanede mahkumlara vaaz verişindeki samimiyeti izledim. Körlük ve görmek arasındaki derin uçurumu Söğüt Ağacı’ndan daha derin anlatan bir film var mıdır, bilmiyorum. Böyle böyle, onlarca film, yüzlerce hikaye keşfettim.

Bir dili öğrenmek, uzun, rengarenk çiçeklerle bezeli bir bahçeden geçmek gibidir. Çeşit çeşit çiçek insanı karşılar; şaşırtır, bu bizim bahçede de yetişiyor, der insan; veyahut, bu ne de güzel bir çiçekmiş, daha önce hiç görmemiştim…

Bugün Fransa’da yaşıyor olmam da bu çiçekli bahçelerden birindeki bir gezinti. Dil güçlüdür, insanın zihinsel tecrübelerini zenginleştirir, yarın çevirileri robotlar yapacak demesin kimse, robotlar bir yabancı dili konuşabilmenin hazzını duyacaklar mı acaba ?

Farsça’ya geri dönecek olursak, Türkçe’ye öylesine yakın, düşünme biçimi öylesine benzer ki! Ortak kelimeler ve bunların ekseriyetle Farsça’dan Türkçe’ye geçmiş kelimeler olduğunu keşfetmek önceleri beni Türkçe’yle ilgili kısa süre de olsa -önyargılardan diyelim- komplekse soktu, yalan yok. Sonra sonra, önyargılardan arınmış çıkarımlarla bu yakınlığın, iki tarihsel komşunun yüzyıllara dayanan alışverişiyle gelişen bir zenginlik olduğunu düşünmeye başladıysam da, bu benim Türkçe’nin kökenleri ve tarihsel yolculuğa dair merakımı cezbediyor.

Son olarak, Farsça öğrenmeye henüz yeni başladığım bir dönemde denk geldiğim bir İlber Ortaylı söyleşisinde, İlber Hoca, bizim için İran, Avrupa için Yunanistan ne ise o demektir, diyordu. O halde bu yorum, Farsça öğrenmeyi seçme kararımın bir nevi onayı sayılabilir.

Ülkü Yüce, Paris

--

--